Eski Dünyada Tıp

İnsanlar her zaman rahatsızlıklarla, hastalıklarla ve ölümle uğraşmak zorunda kalmışlar ama bunlara getirilen açıklamalar ile uygulanan tedaviler tarih boyunca bölgeden bölgeye değişmiştir. Rahatsızlık, birçok yerde ya bir zehirin ya da büyünün bedeni etkisi altına alması olarak görülmüş ya da kişinin ruhunu çalan kızgın Tanrılara bağlanmıştır. İlk hekimler yarı doktor yarı rahipti. Tıbbi tedavinin rahatsızlıkları giderebileceğine ama rahatsızlığın asıl nedeninin ancak Tanrılara dua edip kurbanlar sunmakla ortadan kaldırılabileceğine inanırlardı.
Mısır Tıbbı
Eski Mısırlılar son derece iyi cerrahlardı. Türlü türlü ilaçlar kullanır, çeşitli cerrahi tekniklerden yararlanırlardı. Mumyalama (ölü bedenin çürümekten korunması) uygulamasından dolayı insan anatomisi konusundaki bilgileri mükemmeldi. Ölen kişinin ruhunun, yani Ka’nın beden çürüyüp yok olursa öleceğine inanırlardı. Ruha bir yer sağlamak amacıyla, beden elden geldiği kadar özenle korunurdu.
Önce ceset temizlenir, sonra beyin ve iç organlar (kalp, karaciğer, akciğer gibi) çıkarılıp şarapla yıkanırdı. Ardından koruyucu otlarla birlikte kanopos küpü denilen özel küplere yerleştirilirdi. Vücut parfümleriyle ve hoş kokulu reçinelerle doldurulduktan sonra dikilip kapatılırdı. Natron (nemlendirilmiş bir sodyum karbonat karışımı) ile sıvanır ve yaklaşık 35 gün boyunca kurutulurdu. En sonunda da reçine sürülüp ketene sarılır ardından hava sızdırmayan bir sandukaya konulurdu. En ünlü Mısırlı doktor, aynı zamanda bir mimar ve yüksek rahip olan İmhotep’ti. (M.Ö. 2650 dolaylarında yaşamıştır.)

Hint Tıbbı
En iyi bilinen en eski Hint tıp kitabı, ilk olarak tamamı M.Ö. 700 dolaylarında Hindistan’da derlenen Ayurveda’dır. Bu kitapta, hastalık vücutta bulunan maddelerin dengesizliği olarak görülür. Doktorlar, zararlı maddeleri atıp onların yerine vücutla daha uyumlu olanları koymak için ilaçlar kullanırlardı. Ayurveda, Hindu doktorların yiyecekleri ve sindirim sistemini iyi bildiklerini göstermektedir.
Hintli doktorlar cerrahi tedavide üstündüler. Ayurveda farklı birçok cerrahi aleti ayrıntılı olarak betimler. Hint doktorları, özellikle karın ve mesane bölgesindeki bir çok ameliyatın nasıl yapılacağını biliyorlardı. Gözlerdeki perdeyi (katarakt) alabiliyorlardı. Ayrıca, vücudun hasar görmüş bölümlerinin onarılması işinde de ünlüydüler. Yarılmış dudakları dikip birleştirmek için saç kılı kullanıyorlardı.

Çin Tıbbı
M.Ö. 6. yüzyılda Konfüçyüs (M.Ö. 551-479) adında Çinli bir filozof, insanların ”yin ve yang” olarak bilinen iki karşıt gücün egemen olduğu bir evrene sıkı sıkıya bağlı olduğunu ileri sürdü. Bunlardan ”yin” olumsuz bir güç, ”yang” ise olumlu bir güç olarak görülüyordu. Konfüçyüs, evrenin uyumunun ve insanın sağlığının bu iki gücün dengede tutulmasına bağlı olduğunu ileri sürüyordu. Bugün de bir çok Çinli, bu iki gücün vücutta oruh ya da sıvı olarak dolaştığına inanır.
Bu iki ruhun uygun akışı, vücutta daha önceden belirlenmiş noktalara iğneler batırılarak sağlanabilir. Akupunktur olarak bilinen bu teknik, cerrahi müdahalelerin yarattığı ağrıları hafifletmek amacıyla ilaç yerine kullanılır. Bugün Çin’de ve giderek Batı’da, akupunktur ve öteki alternatif tıp uygulamaları ilaç ve cerrahi müdahaleyle birlikte kullanılmaktadır.
VÜcuttaki akupunktur noktalarını gösteren bir görsel.
Yunan Tıbbı
M.Ö. yüzyılda, küçük bir Yunan adası olan Kos’ta (İstanköy) bulunan bir tıp okulu çok önemli bir okul haline geldi. Kos’taki hekimler kemik kırıklarının tedavisinde çok başarılıydılar. Ama iç organlar konusunda çok az şey biliyorlardı. Hastalıkların vücutta dolaşan dört sıvı (kan, kara safra, sarı safra ve tükürük) bunlarla ilgili dört nitelik (sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve nemlilik) arasındaki dengenin bozulmasından kaynaklandığına inanıyorlardı. Ada, ”tıbbın babası” olarak bilinen doktor Hippokrates’in yurduydu. Çağdaş doktorlar gibi o da tedavinin hangi koşullar altında başarılı olduğu konusunda olduğu kadar, hangi koşullarda başarısız olduğu konusunda da kayıt tutmakta ısrar ediyordu. Hippokrates, vücudu doğal yollardan iyileştirmenin önemini vurgulayanlardandı. Bunun için çok az ilaç kullanıyor, onun yerine rahatlatıcı sıcak banyo ve hafif yiyeceklerle beslenme gibi tedavi yollarını buluyordu. O zamanlar bir çok insan, sözgelimi epilepsi (sara) hastalığının Tanrıların verdiği bir ceza olduğu düşüncesindeydi. Fakat Hippokrates bunu kabul etmiyor, hastalığın doğal nedenlerden ileri geldiğini söylüyordu.
Yunan tıbbının Ortaçağ ve Rönesans Avrupasına etkisi çok büyüktü. Hippokrates’in derslerini Yunanlılar bir araya getirdi ve Hippokrates Derlemesi denen büyük bir tıp kitabı ortaya çıkardı. Bu kitabın bölümleri 19. yüzyılın sonlarında bile Avrupa’daki tıp okullarında hala ders kitabı olarak kullanılmaktaydı. Bugün doktorlar her zaman hasta yararına çalışacakları konusunda bir yemin ederler. Bu yemine, Hippokrates’in anısına Hipokrat Yemini denir.
Roma Tıbbı
Roma dönemindeki doktorların en ünlüsü Galenos’tur. Küçük Asya’da Pergamon’da (Bergama) doğmuştur. Yunanlı bir mimarın oğludur. M.S. 161 ‘de Roma’ya gitmiş, bütün doktorluk yaşamı orada geçmiştir. Bir tıp geleneği yaratmış ve bunda o derece başarılı olmuştur ki sonunda imparatorluk ailesinin hekimliğine getirilmiştir.
Galenos’un çalışmaları Arap dünyası ve Avrupa’da Ortaçağ boyunca son derece etkili olmuştur. İnsan vücudunun fiziksel yapısı ve işlevleri konusunda önemli araştırmalar yapmıştır. Yasal olmadığı için kadavraları (insan ölülerini) kesip açarak bilgi edinemediğinden, maymun ve domuz ölülerinden yararlanmak zorunda kalmıştır. Ne var ki hayvanlar insanlardan farklı olduğu için 16. yüzyılda Vesalius’un çalışmalarına kadar doğru kabul edilen insan anatomisi ile ilgili kuramları bir çok yanlışı içermekteydi.
Galenos’un dolaşım sistemi bir kaç bakımdan yanlıştı. Kanı kalpte taşıyan toplardamarları vücudun sağ tarafına, kalpten vücudun çeşitli bölümlerine taşıyan atardamarları ise vücudun soluna koymuştur. Ayrıca kanın, kalbin septomunda (iç duvarında) bulunan gözeneklerden sızdığına inanıyordu.
Galenos derslerinde, kalbin atardamarlarından kanı ”pneuma” (akciğerlerin havayı içine çektiğinde elde ettiği bir çeşit ruh) dediği bir şeyle karışmış olarak pompaladığını anlatıyordu. Kanın vücutta dolaşmadığını, ancak ihtiyacı olan organlara gönderildiğini ileri sürüyordu. Bu kuram yanlıştı, fakat 17. yüzyılda William Harvey adındaki bir ingiliz doktor, kanın sürekli olarak bütün vücudu baştan aşağı dolaştığını saptayana kadar doğru kabul edildi.
Galenos (M.S. 129-200)